5/5 - (4 votes)

Ejderha ve Kızıl Ayın Dostluğu: Türkiye-Çin İlişkilerine Bir Bakış

Dr. Seyyed Mohammad Isanajad

Orta Doğu araştırmacısı

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye iktidarı döneminde Ankara’nın Pekin ile ilişkilerine Çin’in yeni dışişleri bakanı Wang Yi’nin geçtiğimiz günlerde Türkiye cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan ile yaptığı görüşme üzerinden bakmak fena olmaz.

Çin dışişleri bakanının görevden alınması ve göreve atanması sürecinde yaşanan garip ama olağan olayların ardından, deneyimli bir diplomat ve politikacı, Komünist Parti’nin kıdemli bir üyesi ve Çin’in güçlü lideri Xi Jinping’e yakın olan Wang Yi’nin dönüşü ve Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı koalisyonunun Türkiye’nin asrın seçimlerindeki dramatik zaferi sırasında, Doğu Perinçek ve Vatan Partisi’nin çabalarıyla Türkiye’de önemli bir buluşma gerçekleşti. Bu görüşmede Wang Yi ve eşliğindeki heyet, Fidan ve Erdoğan ile buluştu. Erdoğan’ın bu görüşmedeki beden dili ve edebiyatı Çinli konuğuna olan sevgi ve saygısını gösteriyordu. Görünüşe göre Çin tarafı, iki ülke arasındaki aşırı dengesiz ticaret dengesiyle ilgili dolaylı şikayetini aldı. Şimdi Çin, Türkiye’nin ikinci ticaret ortağı ve Türkiye’nin Çin’in büyük pazarlarını fethetme çabaları başarılı olmadı ve yazılı planlara göre ilerlemedi.

Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişinin başındaki hızlı ekonomik büyümesinin hatırası ve bu ülkenin Çin’e benzetilmesi, Küçük Çin ve İslami Çin’e benzetilmesi Beştepelilerin hafızasında hâlâ duruyor. Erdoğan, Çin’in bugün dünyanın birinci gücü olmasa da ikinci olmayı iyi öğrendiğini çok iyi biliyor, dost ve verimli ülkeler için önemli finansal ve teknik araçlar sağlayabilir. Türkiye ve Çin’in ortak müttefiki olan Pakistan, bu iddianın güzel bir kanıtıdır. Pekin, İslamabad’a askeri teknoloji transferinin yanı sıra ulaşım, sanayi ve limanlar alanında önemli yatırımlar yaparak bu ülkenin büyüme sürecini hızlandırdı. Keşmir anlaşmazlığı sürecinde Pakistan’ın Hindistan’a karşı durmasına yardım etti. Bu paragraf, Türkiye’nin Çin ile yakınlaşma çabasının psikolojik bir nedenini göstermektedir. O kadar güçlü bir sebep ki, Türkiye’nin Doğu Türkistan’da (Xin Kiang) Müslüman Türklerin ve acı çeken Uygurların durumuyla ilgili endişesine rağmen, Türk liderlerini Çin’e doğru çekiyor. Aynı zamanda Türk vatandaşlarının kendi içlerinde ve zihinlerinde Çin ile ilişkileri normalleştirme çabalarına da sebep oluyor.

Ejderha ve Kızıl Ayın Dostluğu: Türkiye-Çin İlişkilerine Bir Bakış

Türkiye’nin Çin’e olan yakınlığının bir diğer nedeni de Tek Kuşak Tek Yol girişimi ve İpek Yolu’nu canlandırma fikridir. Menteşe ve bağlayıcı konumunda ve işlevi olan bir Avrasya ülkesi olan Türkiye, Çin’in bu Avrasya anlayışında kendine özel bir yer tanımlamaya çalışıyor ve bu yolda sermayeye, mala ve yolcuya ev sahipliği yapmak istiyor. Türkiye’nin limanlarının, havaalanlarının, karayollarının ve demiryolu hatlarının durumu kabul edilebilir ve bu ülke bu durumlarda Çin sermayesini ve teknik bilgisini çekmeye hazırdır. Ayrıca Türkiye’nin bu girişimden yararlanarak Güney Kafkasya ve Orta Asya’da kendisi ve Çin için ortak pozisyonlar ve politikalar tasarlayabileceği ve önerebileceği göz ardı edilmemelidir ve Rusya’nın direnişine karşı, büyük ve koordineli bir gücü Moskova’nın arka sokaklarına taşır. 44 gün savaşı ve Rusya’nın Ukrayna bataklığına saplanmasından sonraki dönemde bu durum eskisinden daha somut hale geldi. Görünen o ki Çin, Türklerin Orta Koridordaki coğrafyasına ve nüfuzuna özel bir rol atfetmiş ve Türklerin kapasite ve şevkinden yararlanmaya istekli görünüyor. Bu sorunlar her iki ülkede de bir paradoksa yol açmıştır. Çin içeride Türklerin düşmanı, dışarıda dostudur. Türklere ve Türk olmayan Türklere karşı özel bir rol oynadığını iddia etmesine ve bu rolü Suudi Arap olmayanlar arasında Suudi Arabistan’a benzetmesine rağmen Türkiye, Uygur Türklerine karşı her zamankinden daha çok görmemezlikten geliyor. Bu da Erdoğan’ın müttefiki olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin üyelerini gücendirebilir ve Erdoğan’ın Meclis’te muhalefet partileriyle sorun yaşamasına neden olabilir. Hatta bazı geleneksel İslamcılar Uygurların talihsiz durumunu Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerle kıyaslayarak Çin’e karşı tavır almak istiyor.

Öte yandan ABD’nin Pasifik bölgesine odaklanarak Çin’i devre dışı bırakma süreci sonrasında bir yandan Amerika eksi bölgedeki güvenlik açığını doldurmak, diğer yandan Washington ile Pekin arasındaki süper güç mücadelesinden olabildiğince uzaklaşmak için, Amerika’nın Orta Doğu’daki müttefikleri kendilerini Çin’le dost olmak zorunda kalmış buldular. Elbette geçmişte Çin’in çeşitli ve sayısız programlarında rol oynayarak büyük sermayeler ve Çin teknolojisinin transferini almaya çalışmışlar. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta Siyonist rejim, ABD’nin isteklerine karşı Çin ile küçük ve büyük sözleşmeler imzalıyor. Washington bazen Tel Aviv gibi özel bir müttefikin Amerikan askeri sırlarını ve ileri teknolojilerini Pekin’e ifşa edeceğinden korkuyor. Türkiye’nin de bu pazarda rekabet çukuruna girmek ve bölgesel rakiplerinden geri kalmamak istemesi doğaldır. Özellikle Türk ekonomisinin Sami rakiplerinin ekonomisinden daha çok yabancı yatırımcıyı çekmesi gerekiyor.

Öte yandan, NATO’nun ayrı bir üyesi ve Orta Asya, Güney Kafkasya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın çeşitli bölgelerinde özel çıkarları olan bölgesel bir oyuncu olarak Türkiye, Çin’i ilgilendirmektedir. Son Türkiye seçimlerinin geniş yer bulması, Erdoğan ve cumhurbaşkanı koalisyonunun zaferinin Çin medyasına yansıması ve Çinli analistlerin onun iktidarda kalmasına duyduğu mutluluğu ifade etmesi, Türkiye’nin Çinliler için önemini gösteriyor. Çin, Türkiye’nin sorunlu bir üye olduğunu ve bazen diğer NATO üyeleriyle anlaşmazlığa düştüğünü ve Türklerin özgüveninin ve tarihinin onları Batı’nın baş belası dostları haline getirebileceğini çok iyi biliyor. Kuşkusuz bu hususlar Boğaziçi ve Çanakkale Boğazı’nın sahipleri tarafından anlaşılmakta ve güçlü Çin karşısında algı ve tutumlarını etkilemektedir.

Unutulmamalıdır ki, Türkler için Suriye krizinin faydalarından biri, sonunda güçlü aktörlerle nasıl etkileşim kuracaklarını ve onlarla nasıl yüzleşeceklerini öğrenmiş olmalarıdır. Türkiye, Suriye sahasında Rusya, ABD ve Fransa ile karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Kasım 2015’in sonlarında, bir Türk F-16 savaş uçağı bir Rus Sukhoi-24’ü düşürdü. Bu olay ve Sukhoi-24 pilotlarından birinin ve kurtarma helikopterlerinden birinin tüm yolcularının öldürülmesi, Rusya’nın öfkesine ve Türkiye’ye karşı kapsamlı yaptırımlara neden oldu. O günler geçti ve Ukrayna’daki savaş süreci, Rusya ve Putin’in iç ve yapısal zayıflığını daha da belirgin hale getirdi. Şimdi, Erdoğan’ın Volodymyr Zelensky’yi karşılaması ve Rusya ile savaşta Ukrayna’yı desteklemesinin ardından, Vladimir Putin, Türkiye Trakya’yı bir Avrasya gaz merkezine dönüştürme ve onu Kuzey Akım gaz iletim hattıyla değiştirme fikrini açıkça destekliyor. Belki de bu deneyimler Türklere çeşitli durumlarda Çin ile nasıl etkileşimde bulunacaklarını ve karşı tarafın büyüklüğünden korkmamalarını öğretti. Özellikle Rusya ile Çin arasında yönetim modeli ve güç aktarımından coğrafi bağlanabilirlik ve benzeri silahlara kadar yadsınamaz pek çok benzerlik bulunur. Ancak Moskova ile Pekin arasında göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir fark var ve bu, güvenlik konusunda Rusların, ekonomide ise Çinlilerin önceliği. Bu, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına ve Çin’in Tayvan konusunda daha ihtiyatlı olmasına yol açtı. Türkiye gibi iki doğu gücü olan Rusya ve Çin ile ilişkili ülkeler dikkate alınmalıdır, çünkü bazen iki aktör arasındaki ayrım ilgilendikleri göstergelerde değil, aynı bileşenlerin farklı önceliklendirilmesindedir.

Related Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.