PKK’DAN DAHA BÜYÜK BIR TEHDIT
Dr. Seyyed Mohammad Isanajad
Orta Doğu Araştırmacısı
PKK terör örgütü ya da diğer adıyla Kürdistan İşçi Partisi, 1978 yılında Abdullah Öcalan tarafından kurulmuş ve 1984 yılında silahlı aşamaya ve terör operasyonlarına girmiştir. Faaliyetinin ilk ve ikinci on yılında PKK, silahlı kuvvetlere ve Türkiye vatandaşlarına yönelik çok sayıda terör operasyonuyla Anadolu halkının yüreğine korku ve terör salmayı başardı. Buna göre Türkiye’nin yanı sıra Avrupa Birliği, ABD, Avustralya, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Hollanda, Kazakistan, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Moldova da terör örgütleri kara listesine alındı. Ayrıca Kürt sorunu ve bundan kaynaklanan terör ve güvenlik tehditleri ile müdahil olan İran İslam Cumhuriyeti, Irak ve Suriye de PKK ve yerel şubelerini tehdit ve terör örgütü olarak kara listeye almıştır. Bu, özellikle toprak ve egemenlik anlaşmazlıkları, Dicle ve Fırat nehirlerinin su hakları, terörist gruplarla nasıl başa çıkılacağı vb. konularda Türkiye ile köklü farklılıkları bulunan Suriye ve Irak örneğinde önemlidir.
PKK, onlarca yıldır Türkiye için en önemli tehdit olarak görülüyordu. Bu durum, siyasilerin konuşmalarına, seçim toplantılarına, partilerin görüş ve gündemlerine ve tabii ki Türk vatandaşlarının anketlerine net bir şekilde yansımakradır. PKK gecenin karanlığında Türkiye’nin ordusunu, polisini ve vatandaşlarını temel silahlarla, coğrafi ve kültürel faktörleri kullanarak tehdit ediyordu. Fuhuş, uyuşturucu kaçakçılığı, şantaj ve kara para aklama ve hatta insan kaçakçılığı gibi eylemlerle Türkiye ve komşu ülkede gerginlik oluşturuyordu. Uygulamada, Türk hükümeti ve silahlı kuvvetleri bu tehditlere karşı fazla bir şey yapamadı. Ancak bir yandan, yeni, hesaplı, akıllı, uzak ve verimli silahlar ile Türk askerlerinin silahlandırılmasıyla ve askeri araç ve bilgilerin güncellenmesiyle birlikte, diğer yandan ise PKK’nın araç ve prosedürlerinde bir değişiklik olmaması nedeniyle, zamanla durumlar değişti. Türkiye’nin silahlı kuvvetleri ve güvenlik teşkilatı, saldırılara karşı savunma yapmak ve pasif bir şekilde beklemek yerine, Türkiye sınırlarının ötesindeki tehlikeyi önlemek için aktif ve saldırgan bir stratejinin benimsenmesi gerektiğini anladı. Bu yeni strateji, gözetleme ve istihbarat dronlarla uygulandı. Bir sonraki adımda dağların ve derin tünellerin ardına gizlenmiş değersiz ve yeri doldurulabilir mikro teröristler ve üst düzey komutanlar yerine en az on yıllık eğitim ve deneyimin sonucu olan ve sınır bölgelerinde ulaşılabilen orta komutanların hedef alınmasına karar verildi. Bu orta komutanların ölümüyle birlikte PKK’nın başı ile mensupları arasındaki iletişim kopmuş, üst düzey komutanlar kısa vadede yerlerine etkili bir orta komutan bulamamışlardır. Bu başarılı strateji ile PKK tehlikesi giderek azaldı. Ancak Anadolu’nun muhafazakar ve kendine yeten insanları için başka bir tehdit belirdi: yasadışı göçmenler ve sığınmacılar.

PKK’DAN DAHA BÜYÜK BIR TEHDIT
Tarih boyunca Anadolu coğrafyası, günümüz Türkiye’sinin yöneticilerine ve sakinlerine Asya-Avrupa köprüsü ve Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Doğu Avrupa ve Kafkasya bölgeleri arasındaki menteşe rolünü dayatmıştır. Buradan yola çıkarak Türkiye’den geçmek ya da burada kalmak isteyen göçmen ve sığınmacıları görmek garip gelmiyordu. Ancak Suriye iç savaşı, IŞİD’in ortaya çıkışı ve ABD ile müttefiklerinin Afganistan’dan sorumsuzca çekilmesi ve iklim değişikliği, art arda gelen göçmen ve mülteci dalgalarının Türkiye’ye akmasına neden oldu. Göçmenleri ve sığınmacıları kontrol altına alma politikaları ve hatta sınır duvarları onları durduramadı. Görünür ve gizli kültürel ve dilsel farklılıkların yanı sıra, Türkiye’deki zorlu ekonomik kriz sırasında bunların varlığı, Türkler arasında bu davetsiz misafirlere karşı memnuniyetsizlik ve öfke yarattı. Çoğunun nihai varış noktası Avrupa Birliği olsa da Avrupa ülkelerinin girişlerine ve kabullerine engel olması onların uzun süre Türkiye’ye yerleşmelerine neden oldu.
Bu değişim ve gelişmeler Metropol Araştırma Enstitüsü araştırmasında iyi bir şekilde temsil edilmiştir. Bu araştırma enstitüsünün Türkiye’nin 28 ilinde yaptığı son anket ve saha araştırmasına göre, Türkiye’de yanıt verenlerin yalnızca yüzde yirmi biri PKK’yı Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik en önemli tehdit olarak tanımlıyor. Ancak katılımcıların yüzde 43.6’sı göçmenleri Türkiye’ye yönelik ana güvenlik tehdidi olarak görüyor. Bu iki rakam, Türk vatandaşlarının yasadışı göçmenleri PKK terör örgütünün iki katı kadar büyük bir tehdit olarak gördüğü anlamına geliyor.
Ayrıca, ankete katılanların %19’u, yabancı güçleri (tam adını anmadan) ve %9,8’i de Gülen hareketini ve Fethullah Gülen’in şahsını 15 Temmuz darbesiyle bağlantılı olduğu için ulusal güvenliğe tehdit olarak değerlendirdi. Bu aynı zamanda iktidar partisi ve vatandaşların Gülencilerin Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehdit düzeyine ilişkin görüşlerinde bir bölünme anlamına geliyor.
Bu anketi IŞİD sonrası dönemde Avrupa ülkelerindeki benzer vakalarla karşılaştırırsak, önemli bir pozitif korelasyon görürüz. Bu, toplumun sosyalist liderlerden, teknokrat yöneticilerden ve ulusal değerleri hiçe saymaktan bıktığı anlamına gelir. Ayrıca Metropol Araştırma Enstitüsü’nün bulguları, Türkiye’de aşırı sağ partilerin yükselme olasılığına işaret ediyor. Zafer milliyetçi partisinin lideri Ümid Özdağ’ın art arda kaçırdığı fırsatlar nedeniyle, bu anketin sonuçlarına döre muhtemelen iyi partinin lideri Meral Akşener’in partisini güçlendirmesi ve konsolide etmesi için bir başka şans olarak değerlendirilecek. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ittifak ettiği en önemli Türk parti ve Erdoğan’ın ortağı olarak görülüyor ve bu nedenle böyle bir durumda talepçi rolü oynayamaz. Bu anket, Erdoğan’a Suriyelileri ülkelerine döndürme politikasının Türk toplumu tarafından destekleneceği sözünü veriyor. Ancak yatırım karşılığında yabancılara ikamet ve vatandaşlık verme ve mülk kiralama veya satın alma politikası vatandaşları pek memnun etmeyecektir. Her ne kadar hükümete yakın medya, bu varlıklı göçmenlerin gelişinin son ekonomik krizin üstesinden gelmek için gerekli olduğunu iddia etse de. Yaklaşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri, bu anketin doğruluğunu ve bulgularının toplum gerçekleriyle uyumunu incelemek için belki de en önemli fırsattır. Bu seçim başlı başına 2023’te Türkiye’deki kutuplaşma sürecini yoğunlaştırabilir ve partiler ile siyasetçiler arasında uyumsuz koalisyonlara ve buna karşı milliyetçi düşünce ve aşırı sağ partilerin yükselişine neden olabilir.